Bu Blogda Ara

12 Haziran 2011 Pazar

Kaybetmek, Kaybetmek, Kaybetmek...

  Başladığım hiçbir yazıyı bitiremedim ve bu 4. olacak gibi. Canım çok sıkkın, isyan ediyor artık. Bu gün iki kişiyi kaybettim. Çok mu yakındılar bana? Hayır ama yine de üzgünüm, kalbim kırık. Biliyorum çünkü bir yakını kaybetmek nasıl bir şey; daha küçücükken öğrendim. Hem zaten belki küçükken kolaydı her şey. Şimdi biliyorum, annem ağlayacak; hem de çok. Anneannem,babam da öyle. Çünkü ölüm de, küçükken karşıladığımız gibi değil. Dedemin öldüğünü öğrendiğimde 6 yaşındaydım ve resim çiziyordum. Bir telefon geldi, annem ağlamaya başladı. Anladım, nasıl yaptım bilmiyorum ama anladım. "Dedem öldü mü?" dedim. Başını salladı sadece. Öylece kaldım önce. Sonra gidip resmime devam ettim. Nasıl olsa o beni görürdü. Hem bir gün yine buluşmayacak mıydık? Babaannemi ve Beruş'u kaybettiğimizde öyle dememişler miydi bana?  Ama sonra özlemeyi öğrendim. Yaşarlarken hissetmediğin yokluklarının, onlar yokken kalbini nasıl sarstığını öğrendim. Bir kere daha onları görebilmeyi, parka gitmeyi özledim. Ben onları özledim...
  9 Yaşındayken de diğer dedemi kaybettim. Bu beklenen bir ölümdü ve ben de bunun farkındaydım. Yine de tutamadım kendimi, şok oldum. Sabah uyanınca babamın o üzgün yüzünü, annemin yokluğunu görünce anlamalıydım. Ama olmadı. Babam bana söylediğinde anladım ancak. Unuttuğum ölümün, tekrar dirildiğini anladım. Bu dünyanın benden sürekli birilerini çaldığını ve çalacağını...
  Belki bu yüzden böyleyim ben. Babam telefonu her geç açtığında, ya da açmadığında "ya ona bir şey olduysa" diye düşünmemin sebebi bu. Kanıma işledi birilerini kaybetmek, özellikle yakınlarımı kaybetmekten korkmak. Ne yazık ki ben artık o Küçük Kız değilim. Kaldıramam çok sevdiğim birinin ölümünü... Hele kendimden çok sevdiğim insanlar varken, düşünmesi bile korkunç geliyor; ellerim titriyor, kalbim sıkışıyor.
  İşte bu yüzden he gece dua ederim ben. "Tanrım sen annemi babamı ve tüm sevdiğim insanları koru" diye. Kendimi sayma gereği duymam yine de, Çünkü onları kaybetmek, bana bir şey olmasından bin kez daha fazla  acıtır canımı. Bu yazıyı okursa, Aptal Kovboy üzülür biliyorum, ondan çok özür dilerim. Ama onu üzmek değildi amacım hatta ilk defa böyle oldu, ellerim kalbimi aştı ve kendi kendine yazdı resmen.
  Belki de ikimiz, bu yüzden böyleyiz seninle. İçimizdeki acıları dışarı vurmaktan korkup saçma neşelerin arkasına sığınıyoruz. Kimse için değil, kendimiz için aslında. Çünkü bazı acılar öyle derin ki; oynadığımız bu oyunları bırakırsak içine çekiliriz yavaş yavaş...
  Geçen gün dedemi görmüş rüyasında annem. 6 yaşında kaybettiğim, babamın babası olan. Anlatırken ağladı, çok canlıydı dedi. Sarılmış doya doya, bırakamamış... Ah dede, benim bir kere bile rüyama girmedin öldükten sonra. Çok mu gördün kendini bana? Büyüdükçe anladım ben seni. Sen hasta ve yatağından kalkamazken; beni kırmayıp saklambaç oynadığını, bu yüzden yataktan düşüp daha da kötü olduğunu... Babaannem de öyle keza, onu hiç tanıyamadım neredeyse. Ama tanıyor gibiyim onu. Anlattıklarına göre babama benziyorsun çünkü. Ben de babama benziyorsam eğer, senden de bir şeyler barındırıyorum demektir. Sadece bunu kendim fark edememek üzüyor beni.
  Çok uzun yazdım bu sefer. Okunsun diye yazmadım ama. Kendimi anlattım. İsteyen okusun, isteyen geçsin.
Ve son olarak,küçükken yapamadığım vedalarımı buradan yapmak istiyorum, kaybettiğim bütün insanlara "güle güle" diyorum içimden. Eğer bize küçükken anlatılanlar doğruysa, yine görüşeceğiz. Şimdilik orada mutlu olun.
                                                                     Hiçbirinizi unutmadım, Kupa Kızı.

Hiç yorum yok: